top of page
ferayaltan

Zaman Tüm Yaralarımızı İyileştirir Mİ?


Geçen haftalardaki yazılarımda atasözlerimizi ve deyimlerimizi ne kadar sevdiğimden bahsetmiştim. Bu hafta yine sıklıkla kullandığımız bir tanesi konu başlığımız. Hadi gelin şöyle bir düşünelim. En çok ne zamanlarda söyleriz? Yaşanan acı verici bir olay sonrası değil mi? Yani esasında bir çeşit acıyı hafifletme olumlaması gibi kullanırız. Anda hissettiğimiz acının yoğunluğunun zaman geçtikçe hafifleyeceğini düşünmenin zihinsel olarak rahatlatıcı bir etkisi olması muhtemel. Ne de olsa andan çok geçmişte ve gelecekte yaşamak, başa gelenlerin sorumluluğunu kendimizden mümkün olduğunca uzağa yönlendirmek genellikle tercih ettiğimiz bir durum.


Peki, gerçekten zaman tüm yaralarımızı iyileştiriyor mu? Kimsenin inancını kırmak istemem ama maalesef yaralarımızın iyileşmesinin zamanla pek bir ilgisi yok. Üstelik artık kuantum fizik sayesinde zamanın göreceliliği ve bizim yaşamaya formatlandığımız anlamda olmadığı da kanıtlandı. Ama iyi haber, bizimle ilgisi var; hayatımızdaki her şeyde olduğu gibi. Nasıl mı? Fiziki yaralarımızı düşünelim. Diyelim ki düştük ve dizimiz yaralandı. Hemen kanamayı durdurmak ve yaranın iltihaplanmasını önlemek için yapacağımız medikal uygulamalar (antiseptik solüsyon sürmek, yarayı gazlı bezle ya da yara bandıyla kapatmak vb.) önemlidir. Hatta derinliğine göre dikiş atılması bile gerekebilir. Şimdi biz bunların hiçbirini yapmaz, zamanla iyileşir diye kendi haline bırakırsak bir süre sonra canımızı çok daha fazla sıkacak sıkıntılarla karşılaşabiliriz. Diğer yandan tüm gerekli medikal müdahaleleri yaptığımız halde yaranın üzerine ne kadar endişe ve korkuyla yoğunlaşırsak yine iyileşmesini o kadar geciktiririz. Her zaman hatırlayalım ki dikkatimizi neye, nereye ve nasıl (olumlu ya da olumsuz) yoğunlaştırırsak enerjimiz de yönlendirdiğimiz içerikte oraya yoğunlaşır.


Aynı durum duygusal yaralarımız, acılarımız için de geçerlidir ki gerek fiziki gerekse duygusal olarak bizi sağlıklı ve dengeli yaşam akışımızın dışına çıkaran, şoka uğratan, acı veren büyük, küçük her olay aslında bir travmadır. Ve her bir travma zamana bırakılmayacak kadar önemlidir! Travma konusunda uzman doktorlar, psikologlar bunları içeriğine, etki yoğunluğuna göre ‘büyük T’ ve ‘küçük t’ olarak ikiye ayırıyor. Az önce bahsettiğim düşme ve dizin yaralanmasını genel anlamda ‘küçük t’ye bir örnek olarak düşünebiliriz. Ancak bu tanımlama dahi kişiden kişiye göre farklılık gösterebilir. Hani dedim ya her şey bizimle ilgili, kişiye özel yani. Her ne kadar aynı hammaddeden dünyaya gelmiş olsak da deneyimlerimiz ve neyi nasıl algıladığımız tamamen kişisel. Mesela, ben sokakta koşturmayı, bisikletle uçmayı seven bir çocuktum. Haliyle başım dahil pek çok yerimde kayda değer yara izlerim mevcut. Ailemin yetiştirme tarzından dolayı hiçbiri benim için ağlanıp sızlanılacak bir deneyim olmadı. Oysa yakın bir arkadaşım için durum pek de öyle değildi. Her düştüğünde ağlamaktan perişan olurdu. Ama yarasının acısından değil. Eve o halde gittiğinde yiyeceği dayağın korkusundan. Tahmin edebileceğiniz gibi benim ‘küçük t’ onun ‘büyük T’siydi.


Daha önce hissetmeyi hissetmemizin öneminden bahsetmiştim. İşte tam bu noktada yeniden üzerinden geçmemiz faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Neden mi? Çünkü, az önce anlatmaya çalıştığım gibi her şey kişisel algımızla, hislerimizle yani bizim şeylere karşı yüklediğimiz anlamla ilgili. Ne yazık ki çoğunlukla acılarımızı geçiştirmek, duygularımızı bastırmak, hatta yok saymak günümüzün zorlu yaşam koşullarında hayatta kalabilmek için ihtiyacımız olan güçle eşdeğer tutuluyor. Konuya bu açıdan yaklaştığımızda zamanın tüm yaraları iyileştireceği varsayımı da ilk başta iyimserce düşündüğümüz olumlu yanından zıt yöne kayıyor. Yani bizlere her ne yaşıyorsak, her ne hissediyorsak yok saymamızı tavsiye ediyor. Sürekli aşağılandığımız, hak ettiğimiz maaşı, sosyal hakları alamadığımız iş yerlerinde “Ekmek aslanın midesinde”, gerek fiziksel gerek sözel tacize uğradığımız ilişkilerimizde “Aman, olur öyle arada”, sevdiğimiz, değer verdiğimiz bir yakınımızı kaybettiğimizde “Zamanı gelmiş”, diyerek normalleştirmeye çalışıyor, ses etmeden kalmamızı, üzüntümüzü, kızgınlığımızı en derinlere gömüp hayata aynen devam etmemizi öğütlüyor.


Oysa büyük küçük her ‘T’ kendine yakışır yaralar bırakıyor. Normalleştirmeye, hissettiğimizi hissetmeyi durdurmaya çalıştığımız her an bizlere hastalık olarak geri dönüyor. Günümüzde yaşanan neredeyse tüm hastalıkların stresle ne kadar ilgili olduğunu artık biliyoruz. Doğamızın dışında yaşamaya zorlandığımız hayat şartları farkında olsak da olmasak da her birimizi etkiliyor. Psikolojinin tamamen bu konuya ait ‘Sağlık Psikolojisi’ olarak tanımlanan bir alt dalı var. 21. yüzyılın en fazla okunan kitaplarının, alınan eğitimlerinin, danışmanlık hizmetlerinin Mindfulness, meditasyon, enerji psikolojisi, yoga gibi kişisel farkındalık ve gelişim konularında olması tesadüf olmasa gerek. Ne var ki tüm bu yöntemlerin şifalandırma gücü kişisel inanç ve teslimiyet düzeyimizle bağlantılı olarak yüksek olsa da bazı durumlarda yeterli ya da kalıcı bir etki sağlayamıyor. En büyük nedenlerinden biri pek çok T’miz o kadar derinlere gömülü oluyor ki o yaraların içindeki iltihabı açıp temizlemeden bütünsel şifaya ulaşmak mümkün olmuyor. Anlayacağınız pek çok T’miz kendi başımıza ne yogayla ne de nefes terapisiyle üstesinden gelemeyeceğimiz, zamana bırakamayacağımız, “Herkes yaşıyor,” deyip geçiştiremeyeceğimiz kadar hassas.


Nereden mi biliyorum? Deneyim… Geçirdiğim tiroit kanseri sonrasında sekiz ay boyunca aldığım psikolojik destek olmasa bugün sizlerle bu konuları konuşamazdım. Biliyorum, çoğu kimse için bir psikoloğa gitme fikri dahi kabul edilemez bir konu. Ancak nasıl ki az önce bahsettiğim gibi fiziki yaralanmalarımızda medikal destek ihtiyacımız varsa, midemiz, dişimiz ağrıdığında, doktora gidiyorsak psikolojik sağlığımız da aynı özeni bizlerden bekliyor. Özellikle hep üzerinde konuştuğumuz kişisel farkındalık ve gelişim çalışmalarını yapıyor ama hala içinizde bir şeylerin tam da yolunda gitmediğine dair bir hissiyatınız varsa bu çabalarınıza destek olarak, maddi-manevi size uygun olacağına inandığınız bir psikologla görüşmenizi sevgiyle tavsiye ederim. Hayatınız umduğunuzdan çok daha kolay ve hızlı bir şekilde sağlıklı akışına kavuşabilir.


Ufak bir not daha:

Bundan sonra canınızı sıkan, sizi üzen, sinirlendiren herhangi bir konuda size “Aman canım normal, sen de amma abartıyorsun!” diyen biri olursa kendisini, “Normal nedir?” sorusuyla baş başa bırakıp hemen yanından uzaklaşın.


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page