Öncelikle şu anda kanser tedavisi gören herkese şifa diliyorum. Sağlığımız, hayatımızdaki değerini ancak onu kaybetmeye başladığımızda farkına vardığımız unsurlardan biri.
4 Şubat’ın Dünya Kanser Günü olarak anılması nedeniyle dün, ilişkimiz olsun olmasın pek çoğunuzun karşısına konuyla ilgili çeşitli haber, makale, öneriler çıkmıştır. Kanser geçmişi olan bir birey olarak, haliyle yayınlara göz atmadan edemedim. Bu senenin sloganı ‘Kararlıyım, Yapacağım.’ Cesaretlendiren harika bir slogan. Peki ama neye kararlıyız ve neyi yapacağız? Elbette hastalık dâhil olmak üzere harmonimizi bozan her tür durumdan arınmanın en öncelikli yöntemi, inanç ve cesaret. Teslim olmadığımız hiç bir şey bizi esir alamaz. Ya bilinç dışı bir teslimiyetimiz varsa ne olacak? Yaşadığımız sorunların, hastalıkların altında gerçekten ne yatıyor, neden bizim başımıza geliyor? Her zaman olduğu gibi kansere dair okuduklarımın pek çoğunda bundan bahsedilmiyor. Korunmanın yolları, erken teşhisin önemi, korkmamak ve pes etmemek gerektiğine dair yüzlerce yazı var. Tüm bunlara bakarsanız genetik yatkınlığınız varsa, kötü besleniyorsanız, spor yapmıyorsanız, sigara içiyor ve alkol tüketiyorsanız potansiyel kanser hastasısınız. Ve bu mücadele edilmesi gereken bir savaş!
Oysa uzun yıllardır dünyanın dört bir yanında tıp camiasında araştırmaları ve keşifleriyle tanınan saygın pek çok doktor artık konunun bu kadar basit ele alınmaması gerektiğini söylüyor. Genel anlamda sağlığımızın harmonisini korumak adına tabii ki bu unsurlara dikkat edilmeli. Ne var ki çoğunlukla hastalıklarımızın gerçek sebepleri çok daha derinlerde yatıyor. Üstelik hiç konuşulmayan bu sebeplerden dolayı aynı hastalıkları tekrar tekrar yaşamaya devam ediyor ya da birinden arınsak bile bir diğeri karşımıza çıkıyor. Mesela, hastalıklarda genetik mirasın payının sadece %10 olduğunu biliyor musunuz? Peki, geri kalan %90’lık sebeplerin ağırlıklı olarak psikolojik olduğunu?
Bu noktada, birebir bu süreci deneyimlemiş biri olarak biraz kendi yaşadıklarımdan bahsetmek istiyorum. 2008 yılında tiroit kanseriyle kısa süreli bir tanışıklığım oldu. Olabilecek en hafif kanser türü… Çok şanslıydım. Aklıma geldiği her an şükrediyorum. Teşhisin ardından hemen ameliyat oldum. Tiroidim tamamen alındı. Sonraki süreçte önce düşük daha sonra yüksek dozda iki kere radyoiyodin tedavisi gördüm. Kanserin tamamen bedenimden temizlenmiş olmasına rağmen, normal sağlığıma kavuşmam neredeyse bir yıl sürdü. Bilirsiniz tiroit bedenin orkestra şefidir. Yokluğuna bedenimin adapte olması zaman aldı. Gerek tedavinin yan etkileri gerekse neden böyle bir şey yaşadığıma dair kafamda dönen deli sorularla sürekli olarak sırtım tutuluyordu. Neredeyse iki büklüm olup, hareket etmekte zorlandığım günler oldu. Avuç içlerimde ve ayak tabanlarımda içi iltihaplı kabarcıklar çıktı. Hiç bir teşhis koyamadılar. O kadar meditasyon, sorgulama, sağlıklı beslenme… Sonunda bu işin içinden kendi başıma çıkamayacağımı ve derinlerde daha büyük bir sorun olduğunu düşünüp bir psikologla görüşmeye karar verdim. Yedi sekiz ay süren terapi seanslarının daha başlarında öyle aydınlanmalar yaşadım ki bir ay dolmadan sırt ağrılarım ve kabarcıklarım kayboldu. Kilo vermeye başladım. Yaşam enerjim yerine geldi.
Kendimle gerçek anlamda tanışma yolculuğuna çıkmam için beni dürten tiroit kanserime ve bu cesareti gösteren yüreğime teşekkür ettim. Bana, pasif agresifliğimden arınıp kendimi ifade etmeyi, içime sinmeyen şeyleri kabullenmemem gerektiğini, sevgiye, mutluluğa, başarıya, yaşama dair dayatılan dogmaların yerine kendi tarzımı yaratma gücüm olduğunu, herkesten önce kendimi olduğum gibi kabullenmeyi ve sevmeyi öğrettiler.
Anlayacağınız, deneyimlediğim bu süreçte öğrendiklerimden sonra kansere, diğer tüm hastalıklara ve hatta hayata bakış açım, yaşam tarzım değişti. Artık ne zaman birinin hasta olduğunu duysam, arkasında yatan duygusal sebepleri düşünmeden duramıyorum.
Şamanların inanışına göre hastalık yoktur, hasta insan vardır. Yaşam amaçları, hasta insanları iyileştirmek değil, yaşadıkları travmalardan, karmalarından; özetle yaşam enerjilerini bozan her şeyden özlerini arındırıp, daha en başından hasta olmamalarına yardımcı olmaktır. Tabii ki böylesine bir kadim bilgeliğe sahip olabilmek bugünün yaşam şartlarında bizler için pek mümkün değil. Yine de bedenimizin, bilincimizin maddesel bir yansıması olduğunu anlayabilirsek, her rahatsızlığın onun bizlere bir mesajı olduğunu sezebiliriz. Kendimizi ne kadar iyi tanırsak, o mesajları o kadar kolay ve çabuk alırız. Basit bir baş ağrısını bile ağrı kesici alıp baskılamak, yok saymak yerine başımızın ağrımasına sebep olan düşüncelerimizin, hislerimizin farkında olabilsek, bir daha ağrımamasını sağlamaktan öte, baskılanan duygularımızın ileride daha ağır hastalıklara sebep olmasını da önleyebiliriz.
Evet, ne de olsa erken teşhis hayat kurtarır!
Comentarios